Zaman Akıp Gidiyor…

Gece yarısı saat iki, belki de üç…

Çocuktum. Bakır bir leğenin içinde yıkardı beni annem. Önce sabunlar sonra bol su dökerek durulardı. Kirler iyice akıp gittikten sonra eline bir tas su alır “sabırlı olsun Yarabbim” dedikten sonra başımdan aşağı dökerdi. Sonra “adil olsun Yarabbim” deyip bir tas daha, “kıymet bilsin Yarabbim” deyip bir tas daha… En sonunda  da “hep böyle temiz kalsın Yarabbim” der ve bu sefer üç tas su dökerdi.

Sonra beyaz havlulara sarardı. Bembeyaz havlulara sarar derin derin koklardı. “Mis gibi oldu benim yavrum” derdi. Tekrar koklardı. Ve öyle bir sarılırdı ki, körpe kemiklerim sızlardı. Çok hoşuma giderdi bu sızı. 

Hayatım boyunca anamın bu dilekleri kulaklarımdan hiç gitmedi. Beni koklarken çıkardığı sesi hiç unutamadım. Ve bana sarıldığı zamandaki sızıyı hayatım boyunca özledim. 

Saat üç, belki de dört.

Dışarıda yağmur çiseliyor. Rüzgar çıkıyor ara sıra. Yapraklar hışırdıyor.

Bütün ses bu. Bir de duvar saatinin her saniye attığında çıkardığı ses.

Tik tak, tik tak, tik tak…

Saat dört belki de çeyrek geçiyor. Aslında saatin kaç olduğunun hiç mi hiç önemi yok.

Önemli olan zamanın akıp gidiyor olması.

Tik tak, tik tak, tik tak…

Keşke anamızın bizi sevdiği gibi sevebilsek hayatı. Onun bize sarıldığı gibi sarılabilsek. Üç tas su döksek yaşamlarımıza.

Yağmur çiselemiyor. Rüzgar durdu. Yapraklar da hışırdamıyor artık.

Bir tek zaman akıp gidiyor. 

Tik tak, tik tak, tik tak…

Şimdi analar çocuklarını yıkarken ne diliyorlar acaba ? 

YAVUZ ÖZKAN

NOKTA (14 – 20 Haziran 2004; Sayı: 1093)