Bir Fotoğraf Çektik

Geçen hafta bir söyleşiye gitmiştim. Yüze yakın öğrenciyle sinemadan, daha çok da hayattan konuşuyorduk.

Ön sıralarda oturan bir kız öğrenci el kaldırdı. “Söyleşiye geleceğinizi öğrenince bazı filmlerinizi yeniden seyrettim” diye başladı söze. Türkçe’si çok düzgündü. Berrak bir sesi vardı.

“Bir Sonbahar Hikayesi isimli filminizin bir sahnesinden söz edeceğim” diye devam etti.

“Darbeden sonra kesintiye uğrayan eğitim yeniden başlamıştı. Edebiyat fakültesindeki ilk derste hoca “Bugün ders yapmayalım. Hayattan, sevgiden, aşktan, şiirden ya da ne istiyorsanız ondan konuşalım” dedi.

“Bir kız öğrenci gördüğü bir filmden, başka bir öğrenci de okuduğu bir kitaptan söz etti. Sonra başka bir kız öğrenci söz aldı. “Kafam karmakarışık hocam” dedi. “Bizler edebiyat okuyoruz. Yeryüzünde yazılmış en güzel şiirlerden haberimiz var. Yazılmış bütün romanlardan haberimiz var. Okuduklarımı düşünüyorum hocam. İnsanlar ne güzel şeyler yaşamışlar. İnanıyorum ki hala da yaşıyorlar. Ya biz hocam ? Ya ben, ben neden o duyguları hiç tanımıyorum ?”

Sonra sustu. Devam etmesini bekliyordum, etmedi. Belli ki filmde öğrencinin hocasına sorduğu soruyu o da bana soruyordu. Belli ki filmde hocanın neden cevap vermediğini, neden sustuğunu bilmek istiyordu. Salonda çıt yoktu. “Hoca cevap vermedi, vermedi  çünkü verilecek cevabı yoktu… Ama bizim bir cevabımız olmalı,” dedim. Sonra bazılarının belki de çoğunun filmi görmemiş olabileceğini düşünerek konuşmamızı filmden bağımsız sürdürmeyi teklif ettim. Ama tartışmamızın temel sorusu filmdeki öğrencinin sorusu olsun. “Ya biz hocam, ya ben, ben neden o duyguları hiç tanımıyorum sorusuna  hep birlikte  bir cevap arayalım ne dersiniz ? dedim. Teklifimi onayladılar.  O andan itibaren tartışma kendi macerasında akmaya başladı.

Geleneksel toplum yaşamının parçalanmasından, önlerini göremeyen genç nüfusun bunalmasından, cemaatleşmenin hız kazanmasından, entelektüelliğin aşağılanmasından, ülkenin aydınlarından konuştuk.

O an sanki memleketin fotoğrafını çekiyoruz duygusuna kapıldım. Kameramıza geniş açı bir objektif takmıştık. Kadrajımızı yaptık, diyaframı sonuna kadar kıstık, deklanşöre bastık, bekledik. Filmi çıkardık, karanlık odaya girdik. Agrandizörü ayarladık, kartı pozladık sonra ilacın içine koyduk. Görüntü yavaş yavaş belirmeye başladı. Sonunda fotoğraf çıktı ortaya.

En önde salondaki çocuklar vardı. Tam objektife bakıyorlardı. Arka sıralarda yetişkinler vardı. Daha kendilerinin bile mutlu olabilecekleri  bir dünya yaratamamış olan yetişkinler. Her biri başka tarafa bakıyordu.

YAVUZ ÖZKAN

NOKTA (26 Nisan – 2 Mayıs 2004; Sayı: 1086)