Biz Hiç Umutsuzluğu Tanımadık
Bir süredir çağımıza damgasını vuran karakterisitk öge, farklı kültürlerin hızla yok olması ve tek kültürlülüğün dünyamızı kuşatması diye düşünmeye başladım. Dünya nasıl bu kadar hızla hafızasını kaybetti? Bu kuşatmaya neden hiç direnmedi? Neden bu kadar kolay teslim oldu? İnsanlığın bağışıklık sistemi nasıl bu kadar kolay çökertildi? gibi sorular geliyordu aklıma. Beni saldırganın karşı konamayacak gibi görünen gücünden çok saldırıya uğrayanın zafiyeti ilgilendiriyordu.
Peki şimdi ne yapacağız dedim ve durdum. Gülümsediğimi fark ettim. Bizim kuşak böyledir işte diye geçirdim içimden. Dünyanın neresinde ne olursa olsun biz kendimize bir sorumluluk payı çıkarır, bunun altından kalkmaya çalışırız. Biz gençlüğümüzü böyle yaşadık. O yıllar böyleydi. Daha internet yoktu ama dünya gençliğin damarlarında dolaşırdı.
Bir yanımız x artı y’nin kareköküyle didişirken öte yanımız Che ile dağlarda gezerdi. Bir yanımız babamızım önünde ceket iliklerken öte yanımız komünün bariyerlerinde sabahı sabah eder, Steinbeck’in ‘Bitmeyen Kavga’sının satır aralarında gezinir, DeSica ile büyüleyici yolculuklara çıkardı.
Aşık olurduk durmadan ve şiirler okurduk sevdiğimize kan ter içinde. Biz hiç umutsuzluğu tanımadık. Hayatla didişmekten hiç vazgeçmedik. Peki şimdi ne yapacağız demenin “esbab-ı mucibesi” bu olsa gerek diye düşündüm. Ve bir kez daha yineledim aynı soruyu. Peki şimdi ne yapacağız?
Zor bir soru aslında. Zor derken kuşatılmışlığımızdan söz etmiyorum. Zorluk uzun zamandır ‘aydın hareketi’ olmayan bir dünyada yaşıyor olmamızdan kaynaklanıyor. Zorluk medeniyet içindeki gerilemeye karşı çıkması gerekenlerin sessizliğinden kaynaklanıyor.
Bu elbette bir ağıt değil. Umutsuzluk hiç değil. Tam tersine bu saydıklarım yeni başlangıçlar yapabilmek için koşulların ne kadar uygun olduğunu gösteriyor. İçimden bir ses eninde sonunda dünyanın belleğini geri isteyeceğini söylüyor. Böyle bir şeye inanmanın ne hoş bir duygu olduğunu fark ediyorum. Bu duygu insana bütün zamanlarda olduğundan daha fazla sorumluluk alması gerektiğini hatırlatıyor. Bu arada, tarih boyunca benzeri buhranların nasıl aşıldığını, düşün, sanat ve edebiyat alanlarındaki canlanmanın, insanlığın yaralarını sarmasına ne kadar önemli katkılar sağladığını düşünüyorum. Ve görüyorum ki hayat, cevap vermeye hazır bizleri bekliyor.
YAVUZ ÖZKAN
NOKTA (19-25 Nisan 2004; Sayı: 1085)