‘En Bilmem Ne’
Biz sanırım yeryüzünün en çok “fahri bilmem ne” unvanı dağıtılan ülkesiyiz.
Ve yine sanırım, yeryüzünün en çok ödülün verildiği. Ne zaman televizyonu açsak, birilerinin bir yerlerde cüppe giydiğini ya da ödül aldığını görürüz.
Bir de farkında mısınız bilmiyorum, kim kimi yakalarsa plaket verir.
Öyle sanıyorum ki, kişi başına düşen plaket miktarı, kişi başına düşen çimento miktarından bile fazladır.
Bende bu plaket furyasına sık sık yakalananlardan biriyim. Her seferinde “Ben bu plaketi hak edecek hiçbir şey yapmadım” diye düşünsem de, bugüne kadar bir Allah’ın kulunun benim neyi hak edip, neyi hak etmediğime aldırdığımı görmedim. Burada belirleyici olan, plaketi verecek olanların plaket vermeyi hak etmiş olmalarıdır.
Gördüğüm kadarıyla plaket seremonileri de birbirine çok benzer. Plaketi verecek olanın adı anons edilir. Zaten o anı beklediği için ayağa kalkar. Genellikle sahnenin merdivenlerini hızla çıkar. Aralarında çıkarken tökezleyenler olur. Böyle bir durum vuku bulduğunda, ön sıralarda oturanlar tökezleyenlere yardım etmek için hamle yaparlar.
Tam o sırada alkışlarıyla olaya destek verirler.
Sonunda plaketi alacakla verecek buluşur, tokalaşırlar, öpüşürler. Sahnedeki sunucu, olayı “huşu” içinde seyretmektedir. Aralarında seyretmekle yetinmeyip, bu anı kitleselleştirmek için izleyicileri alkışa davet edenlere de rastlanır. İzleyiciler bu davete anında karşılık verirler.
Bu sırada elinde plaketle bekleyen genç kız, plaketi ilgiliye verir. İlgili plaketi alır ve gerçek sahibine verir. Bu an, izleyicilerin alkışlarıyla daha anlamlanır. Alan ve veren bir kez daha tokalaşıp, bir kez daha öpüşürler.
Sunucu “Bir şeyler söylemek ister miydiniz” diyerek mikrofonu plaket verene uzatır. Bazıları “puf puf” yaparak çalışıp çalışmadığını kontrol eder. Bazıları sağ elinin işaret parmağının ucuyla “tık tık” vurur. Bazıları da doğrudan konuşmaya başlar.
Konuşmacıya göre, plaket alan mutlaka ülkenin “En bilmem nesidir”. Bu konuşmaların içinde en çok geçen sözcük “en” dir. Ve bazıları “en” konusunda endazeyi kaçırır.
Bir keresinde böyle bir olay benim de başıma geldi. Plaket veren beni öve öve bitiremedi. Arada, bir film adı da geçti. Filmi de çok övdü. Ben plaket seremonilerinde yalnızca “Teşekkür ederim”. Engizisyon işkencesi yapsalar başka bir sözcük çıkmaz ağzımdan.
Ama bu sefer konuştum. Övülen filmin bana ait olmadığını söyledim. Plaket veren panikledi, özür diledi ve bir başka film adı söyledi. O film de bana ait değildi. Artık ben karışmadım, yanlışı seyirciler düzeltti .
Sanırım konuşmacı benim hiçbir filmimi seyretmemişti, ama olsun o benin “en bilmem ne” olduğumu biliyordu.
YAVUZ ÖZKAN
NOKTA (19 – 25 Temmuz 2004; Sayı: 1098)